29 Haziran 2010 Salı

kağıt mı kalem mi

uzun bir gökyüzü çizgisini okuyorum,
zamana ya da harflere ihtiyacım yok bu seyirde. kim daha çok susarsa o anlatacak en güzel hikayesini boşuna telaşlanma. savaşmayı ve kazanmayı eski evimde unutmuşum, yol hiç bir yere bağlamıyor geceyi.

durgun bir günü pinekliyorum,
harflere ya da yollara ihtiyacı yok bu gecenin. bütün yapraklar yeşil, aydınlık bir yaz sabahını içiyoruz. kışlıklarımı kaldırdığım valizleri bulamıyorum, yazın soğur musun diye sorma, ya ya soğursak?

zaman bir gün aldanması, yerle gök sessiz birer komşu kapısı, uzarken ömür. yalnız küfürler ediliyordur belki bir yerlerde, akıl kendinden bir bilinmeyeni geçiyordur, kimin daha çok söylendiği konuşuluyordur masalarında çocukluğumuzun. özlenmekle öldürülmek arasında uyanıyorsundur kim bilir?.

mektupların adresini unutmuş, yazılmadığından değil yani bu yaz yalnızlığın, yaşlı bir işportacıya satılıyorlarmış tezgah altından, öyle duydum, eski sevgilin söyledi...

yüzlerimiz bizim değil, ellerimiz de, bütün kalemlerimi götürmüşsün giderken, sözler bende kalmış, sen çocuk olmuşsun ben sokak, sen hep pencerenin dışında kalacaksan nasıl dalayım öğlen uykularına?


bazen çok susup bazen çok yürümüşsün, geçmişle gelecek arasında yorulmuş gecelerin...

ayaklarındaki izleri izliyorum eve gelmelerinde,
ayakların yolu biliyorlar diye huzurlu uyuyorum.

yaz kokuyorsun yaz!
kağıtla kalemle anlatamıyorum...

Hiç yorum yok: