30 Aralık 2010 Perşembe

bu yıla sen i bırakıyorum en çok, ne aldıysam hepsini, sen i, senden lerimi, sana larımı, benden lerimi... hepsini.

bu aralık, gitsin de bir daha gelmesin diye, yastık arasına sıkışmış tokalarını bile kaldırdım kışa...

29 Aralık 2010 Çarşamba

temenni

Bir 'merhaba' yı kaça bölebilirim, güneşte bir eğiklik olabilir mi yoksa bütün söylediklerim gerçekten benden çalınanların umutsuz neticeleri mi?

bunları hiç anlatmadım sana. Anlattıklarımı unutma, kitaplara düştüğüm dip notlar gibi, sonucu kesinleşmemiş cümleler gibi, yaşayıp göreceğiz işte... hiç kimse yi sevmek gibi çırpınırken hayat, sert bir gitar solosu çalıyor müzikte, öylece sürükleniyorum yazdıklarının düzlüğünde...

Bak hala kendimden bahsediyorum, hala olmayanlardan, ne çok umutlu cümle kurulabilirdi oysa olmuş' larının arkasından...

Kedileri sev, çünkü kimsesiz onlar... Böyle mi yazmıştım sana bir zaman?

Mavi gömlekler gibi, gökyüzüyle bir bağ bir tanıklık kurmak gibi, hikayelerini okumak, içinde kendimden cümleler aramak gibi, sana yorduğum her şey için ayrı yazılacak bir şeyler hep olacaktır bu defterlerde. Sen bu yüzden kedi leri sev...

Kimseyi hakkıyla sevememiş, sevmemiş bir adamı yazmak, yılın muhasebesini tutmak gibi, doktor arkadaşların masalarında ne çok sıkıldığımı, her yazının başlığını kendisinin seçtiğini de anlatmışstım sana, ya anlatmadıklarım(n)?

Bütün bunlar sır kalsın, uykular bölünmesin diye biraz da...

Şimdi sen yeni bir yıla başla, yazdığım gibi; sözel sana göre değil, belki bir gün bir davama bakarsın, iki tarafı da ben olan.

Ya da bakışıp geçeriz birbirimizi akşam üzeri, günü geçen saatler gibi...

Dedim ya; uykular bölünmesin diye biraz da...

Hoşçakal... Ya da güle güle...


mustafa/ ankara...ikibinonkışı
şeytanım söyledi, yapmadım...

27 Aralık 2010 Pazartesi

şarkılar seni söyler

Yılanlı ve ırmaklı rüyalardan uyandım, mutfak savaş alanı…bir hikayenin gelişme mekanı olabilmek için çok dar, yüzünü unutturabilmek içinse geniş, yüzümüz seyyar birer hayat çizelgesi kış saatlerinde… denizsiz bir kentte taze balık yüzsüzlüğüne vuruyoruz sessizliğimizi.

Baygınlık geçirir gibi dalıyorum uykularıma, soluklarım düzensiz, ışıklar açık kalmalıydı… Hala aynıyım desem yeridir çünkü…

Kar bekliyorsun yağmıyor, otobüsler kalabalık, dumanını sevmiyorsun kentin, aklın yol seyirlerinde… Bir mutsuzluğu gülüşüne ilikliyorsun, ben bile bırakıyorum gece yarısı yazmalarını ‘'gülmelerin’’ üzerine… kim olduğunla değil ne olduğunla inatlaşıyorsun, olabildiklerinin toplamı bir emanet yapabilsin istiyorsun, dip sularında kayboluyor kabul günlerinin sıcaklığı…Yeni ‘dil’imle bir hikaye yazıyorum sana, kediyle sen ıslanıyorsunuz… Seni bir kedi yüzünden terk ediyorum sevgilim…


Daha Mutlu Olamam,

Şehrimizin arabeskini gezdiriyorum konuklarımıza…

-Her bütçeye uygun ihanetlerimiz vardır. Vize işlemlerinizle arkadaşlar ilgilenecekler!

…Elime geçen her türlü yorgunluğu nakite çeviriyorum, gayr ı meşrusu elime yüzüme bulaşıyor. Eve sürekli iş getiriyorsun biraz daha ‘sen’in derdindeyken ben… Seni salataya zeytin koyduğun için terk ediyorum sevgilim…



...

‘İnanmamıştın aşkın
bir elbise hırsızı olduğuna
ama köşesinde
kedinin uyuduğu bir yatakta
çırılçıplak bırakmıştı
her ikimizi de.’

Sunay Akın(Elbise Hırsızı)




Bu Hikayeyi Seninle Boğacağım…(içi dışı,altı üstü,önü arkası..)


Kendimden bir miktar ‘sen’çalıp aşka kaptırıyorum kumar masasında… Anlattığın öyküleri çocuklara anlatıyorum kaynağını gizli tutarak sonra. Gecenin bitişinde en çok konuşan ben oluyorum, bir tedirginlik nöbetidir geçip gidiyor tutulmalarım… Sana gezegenleri yazıyorum ve anlamsızlığını uçulamayacağına inanmanın… Gülüyorsun… Seni ‘serim’lerin yüzünden terk ediyorum sevgilim…



...


‘sonra boşuna çizdim karanlığa resmini
boşuna…ezberleyip hasreti…
oysa nasıl istersen öyle gebertebilirdin beni
nasıl istersen…
artık sulara k(atalım) aşkların yetim rengini!

Yılmaz Odabaşı(Aşkların Yetim Rengi..)



…Sonra boşuna sordum arkadaşlarına yerini…

Çok ertelenmiş bir hoş geldin partisi hikayemiz, konuklar sıkkın, yerlerini beğenmemiş yalnızlıklar, her türlü paylaşımdan karsız ayrılmışız, tutmuyor ayın sonunu ‘aşk’laşmalar… Başladığımız her cümle anlatım bozukluğuna dönüyor, bütün saatler gece olduğunda son vapuru kaçırıyor. Bana yazdıklarını çatı katımda unutuyorum, yeni mektuplar beni tanımıyor. Anlatılan her öykü yeni sesleşmeleri işaret ediyor, seni soğuk alınganlığım yüzünden terk ediyorum sevgilim…



...


Eklemlerim ağrıyor, romatizmama hoş geldin…


Kek yapmayı yeni öğrenmiş bir aşçı çırağıyım düş pastanenin kirli mutfağında.. krem şantiyi oldum olası sevmem! En iyisi biz kurabiye kenarı kıtlamakla başlayalım ayrılığımıza… Ya da kediye söyle bi büyük kapsın bakkaldan… Canımın yarın işe gitmek istememesi ihtimalini göz önünde bulundurarak bir ‘gün planlaması’ yapıyorum saman kağıdından, komodinin üstündeki fotoğrafının arkasına da bir not düşüyorum en sevdiğin kalemimle; aşk, bir sözlük tanımlaması değildir benim lugatımda … Seni ‘düğüm’lerin yüzünden terk ediyorum sevgilim!



...


‘…kimse aşkı bağışlamamalı…’

Küçük İskender(tarot)

…hiç bir yaşanmışlık pazarlık konusu sayılmazdı o kıyılarda ve şarap içmek mecburi bir başkalaşma biçimiydi ilk buluşmaların… Biz sesimiz ve toplamımızın adrenalin potansiyeli oranında kendimizdik. Aklımızdan geçenler bir eylemleşmeye sebep değildi, çocuktuk… her parkta bir oturak sahiplenirdik ve mahallenin gündemi ezici üstünlükle şampiyon olurdu her çift kale toprak saha kalkışmasında… Pencerelerde kar, kıyılarımızda mayınlar olurdu her aşka yeltenmemizde, korkaktık… Seni ‘sebep’lerin yüzünden terk ediyorum sevgilim…



...

…bu çocuğa senin adını veriyorum çünkü seni seviyorum, evet…


…Şu listeyi değiştiremez miyiz? hep aynı sevgiliyi bıçaklıyor melodileri…Ya da evlerinize gidin artık, size eskiden beri kanım ısınmıyor. Arka oda kilitli, eski sevgilimi gömdüm parkelerin arasına! Spatulayla yontulmuş bir gün ortasıyım ceza sahalarınızda belki de yüzüm bu yüzden bu kadar tanıdık.

Yüzüne botoks mu yaptırdın sen!?... Seni kesinlikle hormonlarım yüzünden terk ediyorum sevgilim…



msd/ankara

24 Aralık 2010 Cuma

anahtar kelime: yüz...

vazgeçmek bir bilinç kamaşması olabilir ancak, susmakla şehir kalabalığa denkgelemiyor ki her zaman... yüzünü düşün, sonra oyunlarını gününün, ışık daha eğik gelmeli belki de nefesine, yaslanıp uyuklamak zamanı anlamak değildir ki çoğu zaman... kendi başına ağlayabilecek kadar büyümüş bir kız çocuğudur bu şehirde hatıralarım, yalnız uyumamak için sevi(şi)lebilecek kadar çirkinleşmiş bir kadın!
söz vermek bir garanti beklentisi olabilir ancak, ağlamakla yaşlanmak aşk'a denkgelemeyebilir her zaman... ellerini düşün, yüzüne yasladığın, kalbine hiç dokunamayan ellerini, sonra yaktıklarını düşün her acıdığında kalbinin, o kalbine hiç dokunamayan ellerinle... uyumadan uyanabilecek kadar karışmış bir beklemektir bu şehirde alınganlığım, kaçıp gitmek için pusulanabilecek kadar yalancı, ektiğini biçemeyecek kadar korkak...
en iyisi milli takımda oynamak belkide necati, kediler liginde kralı sobelemek, yaz başlarında kış köşelerine sızmak tek liğini... yönü sapmış bir buluta dönmek belki de yüzünü, çıkartıp atmak kalbindeki civayı, koyacak kabın olmadığını bile bile(darası kendinden ağır)... en iyisi kalabalığa sövmek belki de necati, fazla uzağa kaçamayacağını bile bile...

msd

22 Aralık 2010 Çarşamba

çünkü o nun adı güzel
nevzat beni sevmiyor.

19 Aralık 2010 Pazar

sarı sabah ya da sabah sarısı üzerine söz

bazen hiç konuşmadan durduğu olurdu
bir yerlere sanki yıllardır
durmadan
bıkmadan bakabilirmiş gibi

bir fotoğrafa müzik olsa
'iman gücü'
diye çevirirdi
o
şarkıyı.


selçuk
ankara2010/kader sokak

18 Aralık 2010 Cumartesi

aralık

bu yazı bir özür de içerebilirdi, kış ağır geçmiyorsa da birileri soğuğu paraya çevirebilirdi.

sokak isimlerini ezberlediğimi anladığında o sokak başıma yıkılsın diye geçirmişsin içinden, açık unutulan bir dilek kapısı gibi bütün soğuğunu üzerime sürüverdi işte Aralık...

ah benim şekilsiz mevsimlerim, geç kalmışlığım her buluşmaya, özensiz seslerim, bozulmuş kendi lerim, hepinizi öpesim geliyor böyle hasta haftasonlarında.

ağzımın içinde acı bir tat, kimseye anlatılmayacak sırlarım var gibi yapasım geliyor, dargın mıyız yoksa?

baharı bekleyen bir kaç kumrunun ne suçu olabilirdi ki? dargın mıydık yoksa?



msd/ankara
I gave me away
I could have knocked off the evening
But I lonelily loomed her into my bone
You let me down
There's no use deceiving
Neither of us want to be alone
....

15 Aralık 2010 Çarşamba

kedi nin uykusu

Çok kalabalık yazıyorsun dedi...

Anlaşılmak için değil, anlatmak için yazıyorsun çünkü.
Yazmak için yazıyorum dedim. Anlatmak hatiplerin, anlaşılmak peygamberlerin işiydi...
Sesi çatallaşmıştı, sakalları uzamış, saçları karışmış... Yüzü yorulmuş, parmak uçları bana dönmüştü, duvarda asılı duran resmi şiir gibi bilirdi, ezberinden okurdu bazı zamanlar... Kar yağınca susardık, şehirle hasımdık, insanlarla sırnaşık, evlere yabancıydık. İkinci kıştan sonrasını saymadık. Terk edişlerimizi saymadık, geri dönüşlerimizi, eşikleri, insanları saymadık... Ben yazmak için yazıyordum çünkü...

O resimleri ezberliyordu. Kışı sevmiyordum, kediler kayboluyorlardı, onca kedi nerede saklanıyordu, anlamıyorduk. Susmak iyi bir fikir olabilirdi, konuşmakta... Yürümek, koşmak, bulmacalar... Hepsi anlaşılabilirdi... Bir tek yoksulluğu anlayamıyorduk, ne tuhaf bir şeydi mahrum olmak, yok olması, olmaması...

Saymayı bıraktığımız kıştan iki bahar sonra kitaplarımı yaktım, ardından fotoğrafları, yaz boyu başka raflarda tozlandım... Kedi kış başında diğerleriyle birlikte bizi terk etti... öyle sessiz sedasız da değil, sert bir biçimde gitti. Kör bir kedinin yıldızıydı artık Aralık... Bütün kış oturduk, hiç sobamız olmadı, yanmayan bir kalorifer yanan bir sobadan daha iyi değildi elbet ama sevmiyorduk yorulmayı...

Yılın soğuk yüzü hikayelerle geldi, dörtlüklerden fazlasını yazamadım. O cam kenarında oturdu, ben kapıya yakın... kedinin dönmesini bekledim. Bazı günler kar öyle uzun yağdı ki gökyüzü iki gün hiç kararmadı. Her yer buzla kaplandı, caddeler ıssızlaştı, insanlar uykuya daldı, hayat yavaşladıkça yavaşladı... şehir kış başında kör bir kedi tarafından yarı yolda bırakıldı...

Güldüğümüz zamanlarımız da oldu, ağır ağır soluduk, her yan is kokuyordu. Güzel filmler izleyesimiz vardı, filmleri eskiciye verip bir kaç çamaşır mandalı aldığımızı unutup saatlerce kaset aradık... bulamadık...

Çok kalabalık yürüyorsun dedi.

Varmak için değil, kalmak için yürüyorsun çünkü...
Yürümek için yürüyorum dedim... Varmak yolcuların, kalmak esnafların işiydi...
Ben canım istediği için yürüyordum... O geçen kış bırakmıştı adımlarını saymayı, okumayı unuttuk, yazmaya boş verdik, susmayı beğenmedik, konuşmayı beceremedik... Kör bir kediye sebep olmuştu kış, huzursuz etmişti... Bahar sağır bir kediyle geldi, inadına günlerce konuştuk...

Onu yanlış anlamıştım, kediye kızmıyordu, şehire ya da mevsime de kızmıyordu... Bütün öfkesi banaydı. Benim suskunluğum yüzünden gitmişti kedi, ben resimleri sevmiyorum diye... anlamıyorum diye... sıkıldığı için... İstemese de kızıyordu bana, düşünmeden edemiyordu...

Çocukluğum kedilerden uzak geçmişti, mesafeliydim, ya da endişeli ya da korkuyordum düpe düz... Fark etmez... Çocukluğum kedilerden uzak geçmişti... Sanki geçmişe inat kaçıyordu kediler evlerimden, sağırı kaçıyordu, körü kaçıyordu, yavru olanı ölüyordu... Hayat intikamını benden kedilerle alıyordu...

Gitsinlerdi... Özlemiyordum...Ben kapıyı gören koltukları seviyordum, bundan kediye neydi?
Yaz başında O da gitti... şehri terk etti... şehir yaz başında bir adam tarafından terk edilmişti...


m.s.d
beş kasım ikibindokuz /Ankara
(Baransel' e ve kediye yazılar...)
bir kehaneti kendinden de önce görebilmek gibi tuhaf bir laneti vardı, elleri çamurdan, gözleri yosundan yapmaydı, geceleri akşamdan, yokluğu kendinden bozmaydı...

yaşamak gibi boşluklarıyla bir dönem ama bucaksız, ucu kime dokunursa artık, orada bir yalnızlık vardı, bir uçurum, bir kimseye dokunmadan göçüp gitmek isteği, bir yalancının çırpınışı vardı, uyudu...

iyi geceler, bütün sabahların ve senden çalınanlar için ne kadar taziyeye gelsem boş, bu sayfaları kimse yapıştıramaz artık yırtıldıkları defterlerime...

uyudu...

iyi geceler


msd/ikibinonuncuonbeşaralıksabahı
ankara

14 Aralık 2010 Salı

lady grey

i know who you are
i think i've seen you before my friend
already shook your hand

don't push me too hard
i'm not prepared for a talk my dear
prefer to disappear

no! don't be upset
i just can't take it now
keep your lady grey
i feel your pain
but i just can't help you now
sorry for the tea

i'm too fuckin drunk
for all your emotional emergencies
suicidal tendencies

look, i ain't no monk
this is too much for my spinning head
may i puke in your bed

i would also have storys to tell
i'm a desperate human as well
don't be angry but i'm outta here
cause tonight i'm just find drinking beer
sadece nefes al...
hepsi geçecek.

11 Aralık 2010 Cumartesi

bütün yol, edip ve ben... kimseyle konuşmadan öyle arada derede bakışarak karla kış aralığında eve vardık. denizi, lodosu ve soğuğu kapımızın ardında bırakıp, yarısından fazlası habersizce alınıp terk edilmiş yuvamızda zarife yle uyuyakaldık.

bir ev kaç valizle toplanabilir dedim edip e, anlamsız birşeyler söyledi, konuşmaktan çok hırıldamak gibiydi dişlerinin arasından çıkanlar, yemek yemedik, içki içmedik, geç uyanmadık, ağlamadık, boş elbise dolaplarına dalıp gitmedik, yalnız bu gece kar, o hazırlıksız yakaladı edip i pencere kenarında...




msd/ankara
kader sokak
bütün köylerini yakmış bu sessizlik
şehirlerden haber alınamıyor


msd

3 Aralık 2010 Cuma

için diyesi

birgün
sadece yaşadığımız için
bile
değecek
bu şarkıları dinlemeye

sonrası
uzun bir yolun bıkkınlığı
tedirgin beklemeler
ve
göz ağrıları
hem de
ilk
değil

birgün
sadece yaşadığımız için
bile
silinecek
bu şehirde yaşanılan herşey

birgün
sadece yaşadığımız için...


msd/ankara
2010