31 Ağustos 2010 Salı

buluş yaptım

kitle imla silahı! bence çok iyi olurdu!

sevce diye bir şey de bulmuştum, cümle içinde kullanmak daha nasip olmadı.

bikaç şey daha bulduydum, aklıma geldikçe yazarım ama bi yerlerde izinsiz kullanırsanız yakarım! şaka şaka bi'şey yapmam.

30 Ağustos 2010 Pazartesi

kardeşime...

biz bütün bu hayatı iki omuzla yüklenmiştikte
şimdi sen kendine yer bulamaz oldun bu kentte
olsun
bu ev
bu sokak
bu kediler
bana seni soracak
olsun...
gitmek istiyorsun
gideceksin
oysa ben
sensiz bu şehri hiç bilmemiştim
olsun...
çocukluğumuz bir bozkırda geçti
sonrası bol yağışlı ve bir mevsim normaline iliklenmiş
babamızdan muzdarip
iyiliği
varlığı
yokluğu
ve sus luğu da bildik
olsun...
şimdi sen bu şehre sığamaz oldun
olsun...
gidiyor musun
git
kocaman bir mutluluk yüzüne yapışsın
öyle güzel
öyle seni anlatır...
olsun...
ben
bu şehri sana anlatmaya
devam ederim
olsun...


kurbağalar Aslı...
parklarını benim kadar sevmedinse de bu şehrin
sana edip okuduğum bir köşesini
hep hatırlayacaksın o denizli sokaklarda
ki biz zaten fazlasından hak koymamıştık birbirimize
şimdi sen bu şehirde
olamaz olmuşsun da
bana gitmek diyorsun
olsun...


git

sokak
ben
kediler
ve mevsimler
perdelerimizi
sokmam evden içeri

gitmek diyorsun
git...



olsun...



msd
ankara
bunaltan güneşten fazlası da olabilirdi avuçlarımda, sen tehlikenin farkında değildin henüz.

oysa ben en çok akşam üzer'leri asabiyete keserim, bilmiyordun.

sert bir rock şarkı, boğazımdan geçişi canımı yakan içkiler gibi yakıcı bir şey hissediyorum bugün.

yaşlandın deme, hala sarhoş olup sokakta dövüşecek cesaretim var!
çocuk
ışıklarını vermişsin şehre de
kimse bir teşekkür etmemiş
tek başına beklemişsin
sabahlarını yaz soğuklarını sabahlarının

ipsiz
tutunmadan düşmüşsün ortalara da
kimse nereye dememiş

kedi nin uykusu

Çok kalabalık yazıyorsun dedi...

Anlaşılmak için değil, anlatmak için yazıyorsun çünkü.
Yazmak için yazıyorum dedim. Anlatmak hatiplerin, anlaşılmak peygamberlerin işiydi...
Sesi çatallaşmıştı, sakalları uzamış, saçları karışmış... Yüzü yorulmuş, parmak uçları bana dönmüştü, duvarda asılı duran resmi şiir gibi bilirdi, ezberinden okurdu bazı zamanlar... Kar yağınca susardık, şehirle hasımdık, insanlarla sırnaşık, evlere yabancıydık. İkinci kıştan sonrasını saymadık. Terk edişlerimizi saymadık, geri dönüşlerimizi, eşikleri, insanları saymadık... Ben yazmak için yazıyordum çünkü...

O resimleri ezberliyordu. Kışı sevmiyordum, kediler kayboluyorlardı, o kadar kedi nerede saklanıyordu? Anlamıyorduk. Susmak iyi bir fikir olabilirdi, konuşmakta... Yürümek, koşmak, bulmacalar... Hepsi anlaşılabilirdi... Bir tek yoksulluğu anlayamıyorduk, ne tuhaf bir şeydi mahrum olmak, yok olması...

Saymayı bıraktığımız kıştan iki bahar sonra kitaplarımı yaktım, ardından fotoğrafları, yaz boyu başka raflarda tozlandım... Kedi kış başında diğerleriyle beraber bizi terk etti... öyle sessiz sedasız da değil, sert bir biçimde gitti. Kör bir kedinin yıldızıydı artık Aralık... Bütün kış oturduk, hiç sobamız olmadı, yanmayan bir kalorifer yanan bir sobadan daha iyi değildi elbet ama sevmiyorduk yorulmayı...

Yılın soğuk yüzü hikayelerle geldi, dörtlüklerden fazlasını yazamadım. O cam kenarında oturdu, ben kapıya yakın... kedinin dönmesini bekledim. Bazı günler kar öyle uzun yağdı ki gökyüzü iki gün hiç kararmadı. Her yer buzla kaplandı, caddeler ıssızlaştı, insanlar uykuya daldı, hayat yavaşladıkça yavaşladı... şehir kış başında kör bir kedi tarafından yarı yolda bırakıldı...

Güldüğümüz zamanlarımız da oldu, ağır ağır soluduk, her yan is kokuyordu. Güzel filmler izleyesimiz vardı, filmleri eskiciye verip bir kaç çamaşır mandalı aldığımızı unutup saatlerce kaset aradık... bulamadık...

Çok kalabalık yürüyorsun dedi.

Varmak için değil, kalmak için yürüyorsun çünkü...
Yürümek için yürüyorum dedim... Varmak yolcuların, kalmak esnafların işiydi...
Ben canım istediği için yürüyordum... O geçen kış bırakmıştı adımlarını saymayı, okumayı unuttuk, yazmaya boş verdik, susmayı beğenmedik, konuşmayı beceremedik... Kör bir kediye sebep olmuştu kış, huzursuz etmişti... Bahar sağır bir kediyle geldi, inadına günlerce konuştuk...

Onu yanlış anlamıştım, kediye kızmıyordu, şehire ya da mevsime de kızmıyordu... Bütün öfkesi banaydı. Benim suskunluğum yüzünden gitmişti kedi, ben resimleri sevmiyorum diye... anlamıyorum diye... sıkıldığı için... İstemese de kızıyordu bana, düşünmeden edemiyordu...

Çocukluğum kedilerden uzak geçmişti, mesafeliydim, ya da endişeli ya da korkuyordum düpe düz... Fark etmez... Çocukluğum kedilerden uzak geçmişti... Sanki geçmişe inat kaçıyordu kediler evlerimden, sağırı kaçıyordu, körü kaçıyordu, yavru olanı ölüyordu... Hayat intikamını benden kedilerle alıyordu...

Gitsinlerdi... Özlemiyordum...Ben kapıyı gören koltukları seviyordum, bundan kediye neydi?
Yaz başında O da gitti... şehri terk etti... şehir yaz başında bir adam tarafından terk edilmişti...


m.s.d
beş kasım ikibindokuz /Ankara
(Baransel' e ve kediye yazılar...)
elleriBeyaz.yineBeyaz.yineBeyaz yine yazsın!
hayatına sahip çık çünkü sonunda bir tek o kalacak elinde!

27 Ağustos 2010 Cuma

http://rubaiceleme.blogspot.com/

http://rubaiceleme.blogspot.com/

uzak olur

uzakları ve yakınları...
deniz aşırı uzak larda düşünmek
gecenin ayyukunda,
dar olur...

geniş ülkeler düşleriz evsizliklerimize
ki
vatanlarımızı da azad etmiştik
en başından

o düzlüklerde bir orman olmak
zor olur...

ellerindeki kesikleri
ve
biriktirdiğin oyuncakları
kime vereceğini bilemezsin

vermek
almak gibi değildir
gözünde büyür gözünden düşürdüklerin
böyle zamanlarda
dili başka filmlere ağlamak zor
o filmlere asılı kalmak
uzak olur...



eda'ya...
msd
ağustos2010

26 Ağustos 2010 Perşembe

kıskanca

''sesin
ek yerlerimden parçalı bulutlu''


böyle bir şey yazabilmeliydim bir kere olsun.


http://nosmustamittovivoen.blogspot.com/

reklamlar 2

izlenilesi bir ortam daha buyrun efendim;

http://pepperfurnivalistanbuldanbildirdi.blogspot.com/

kıymetimi de bilin. sizin için bu takipleri yapıyorum:)

reklamlar

http://kehkehkehdiyegulenadam.blogspot.com/

bence izlemeye başlasanız iyi edersiniz.

belki bir sayfa da benim için...

beni bir kalabalığa soruyorsun. tek başınalığın bir sert demir parçası gibi, fırlatılacak kadar büyük değil, morluklarını geçirecek kadarsa soğukluğu kalmamış, ne bir hurdacıya satabilirsin artık onu ne de bir köşesine koyabilirsin evinin, hiç giymeden sakladığın gömlekler gibi asılı kalacak işte dolabının bir ücrasında.

beni bir yokluğa soruyorsun. bugün sahip olduğum ne kadar olumsuz ön ekim varsa ellerinden tutup bir çocuk parkını yağmalatıyorsun, bir abi, bir yaşı geçkin abla oluyorsun arsızlıklarına.

bir şeyler karalıyoruz ömürlerimizin en kalabalık yerlerine, mor çiçekleri konuşuyoruz. çocukları, atari oyunlarını, yazdıklarını ve durmadan yazacağını söylediğin hikayelerini konuşuyoruz.

bu akşam yağmur yağmasın, bu akşamı biz yağalım. masalara ve odaları yağalım bu akşamı. ne hikayeleri konuşalım ne de geçmişi, defter sayfaları gibi yırtıp atalım kendimizi, tek damla kanımız akmasın.

tombul ayaklarıyla bir kadın ağır ağır yukarılıyor yokuşu, gelişini kolaylamış, çocuklarını büyütmüş, büyük oğlana öğretmen bir kız arıyor, hemşire de olurmuş, vesikalık fotoğrafı cüzdanında değil cebinde taşıyor ki hemen çıkarabilsin kadın günlerinde.

mahalle sonbahara hazırlanıyor, sonbaharda da yapsak ya temizliği, yoksa soğuk mevsim diye mi mesafeli duruyoruz sonbahar-kış işlerine? bunu da konuşalım bu gece olmaz mı?
bir tarafından tut bu hikayeyi, belki bir sayfa da benim için yazarsın.

msd
ağustos2010ankara

25 Ağustos 2010 Çarşamba

yaralarıma kabuk değil basiret bağlatasım var.

'ağam gelmiş harmandan, bey kızına er ister'

Yazı-nın yarışması olmaz, olmamalı!
kim neyi yarıştırıyor?
kim kim oluyor da bir şeyin iyisine-kötüsüne karar veriyor, benim cümlemi 'olmuş, olmamış, ha gayret olacak, bundan olmaz' lamak neden birilerine iş oluyor?

kim karar veriyor?

iyi niyetten şüphem yok ama fikrimi de söyleyeyim dedim.
arkadaşlarım ilgilenmişler, sağolsunlar.

bu adrese bir bakın, belki yarışa sokulacak satırlarınız vardır, hiç yoktan satır olur.

http://www.kitapkolik.net/kitapkolik-net-kitap-odullu-yarisma


bana sorarsanız yazın derim, sadece yazalım.
yayınlatacak yayıncı bulamazsak deftere yazar eşe dosta veririz.

evimde çok kitap var, onları okuyorum, iyi mi kötü mü ordan anlıyorum.

selamlar.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Turgut Uyar a...

Sana bir hikaye anlatayım ama önce avuçlarını göster bana…

Issız bir kalabalıktır hatıralarım, sırf sen nasiplenemeyesin diye sağdan soldan çaldıklarımla duvar çatlaklarıma yamanmış günlükler ve sabah kahveleri, bin yıldır aynı sandalyede oturan şehir kaçkınları, okula geç kalmış bir çocuk korkaklığıdır işte, sınıfa girse bir türlü girmese başka türlü.

Önce avuçların…

Onları bir teminat, bir peşin ödemek gibi aç önümde, bileyim ki avuçların boş.
Çizgilerinden bir yaşamak, renginden bir geçmiş çıkarayım…
Ama önce avuçların…

msd/ağustos2010
giresun

22 Ağustos 2010 Pazar

' uzaktayım ' diye yazdım bugün bir arkadaşıma, sonra düşündüm, güldüm, garipsedim kendimi.

yazıyorum hala evet, ama deftere... uzaktayım.

20 Ağustos 2010 Cuma

martı bayramları

bu şehir
en çok arka sokaklarıyla vardır
çünkü ya deniz
ya dağdır
bu şehirde yaşamak
bir uçsuz bucaksızlığı
anlamaktır

geçerken
martılarını ve bayramlarını
bir çocukluk
kimsenin bilmediği renklerimi
sürerim denize
çünkü bu deniz en çok
kimsenin bilmedikleriyle ortadadır

ortalık yerinde bir çarşı
çarşıyı doldurmuş
kalabalık
bir yaz

bir hikayeyi anlatıyor kaldırım taşları sanki
ben öyle durmuş
denizi seyrediyorum
bir şey bekler gibi
gemilerin geçişine mutlanıyorum
gelmiyorum
hiç bir geleni karşılamıyorum
ne gidiyorum bu şehirden
ne de yerlisi oluyorum

bu şehri
ben
en
çok
sonbaharda
seviyorum…

msd
ağustos2010
giresun

18 Ağustos 2010 Çarşamba

menekşe gözler

Sana eşlik etmeyi çok isterdim ama uyuyakaldım. Ne tuhaf, bütün ilk gençliğim sabaha karşı siyah beyaz filmleri beklemekle geçti.

Fatma Girik değilsin, gözlerin kahverengi… Türkan Şoray değilsin ki üzülme kimse değil!
Senin neyine aşık oldum ben?

( Ah Fatma ne yaptın sen yine?
Her şeyi berbat ettin. Bu adam ne kadar içse yeridir şimdi.
sabahın bu saatinde, herkesin gözü önünde böyle terk edilir mi insan? ne dedi sana film başlarken; ben senin bildiğin erkeklere benzemem demedi mi? Sigarasını iç cebinden çıkarıp ayıpmış gibi yakmadı mı? ne diye iki saattir orasından burasından çekiştirip duruyorsun adamı? ne diye çok içiyor, eve geç geliyor diye dır dır ediyorsun? derdini soruyor musun? ne olacaktı? ne sanıyordun yani?
Sadri içli çocuktur, rakıyı sever… pavyona gider gözünü çevirip Allah kuluna ilişmez,
mahallenin yanık sesli delikanlısıdır. Bir aşk yaşamış evvelden, bütün mahalle el birliğiyle susar… kolay mı sanıyorsun bu işleri sen Fatma! Bir günde düzelir mi o göz altı torbaları? kotası mı var sanıyorsun aşk acısının?

Bence sen geç olmadan eve dön Fatma, ilk gün yaptığın gibi üstünkörü bir temizlik, bir kap piyaz yap, ne biliyim bir ufak rakı al bakkaldan, beyaz peynir kes, masanın üstüne kasımpatı koymayı unutma sakın e mi! Eşektir Sadri, sen olmasan bilemeyecekti evi çiçek bahçesine çevirmeyi, sen uyma ona Fatma ne varsa hayallerinde tuğla gibi ör Sadrimin üstüne çabucak, gariban nasıl olsa ses etmiyor. Ne kadar ihtiyacın varsa o kadar sevdir kendini Fatma, korkma bütün mahalle el birliğiyle susar sen gidince.

boşuna uğraşma Fatma, Sadri’ den rol çalıyorsun işte! Senin masan daha kalabalık diye acın daha mı büyük sanıyorsun? Ya Sadri tek başına içmeyi seviyorsa? Ya artık geceleri anlatmak istemiyorsa? Bunları düşündün mü hiç Fatma?
Sadri bu gece gelemeyecek, belli oldu… ben de yatayım artık… sen de gelmezsin ama n’olur n’olmaz diye anahtarlar eski yerinde Fatma…)


msd

17 Ağustos 2010 Salı

masal

-ama ben zaten hep yanlış zamanlarda konuşurum, hesap vermek gibi gelirler geçmişle gelecek kol kola.


en önce hangisi sönecek bu sokak lambalarının
bir daha kime böyle masallar anlatabileceksin...
parklara dadanalım istersen
seninle
öğle vakitleri bu şehir
dumana ve buhara bulanıyor
peki ya ölme vakitleri neresinde saklanıyorsun

sussak ya böyle biraz
deniz olmasa da gemiler geçirsek ya bir yerinden gecenin
öğrenci evleri ve ucuz yolculuklardan elimizde ne kalmış
nelerimizi paylaşmışız da sessiz
alacaksız kalmışız bir başımıza.

msd

16 Ağustos 2010 Pazartesi

baransel' e

bak..
ayaklarımızın altında dünya.. artık gerek yok sözlere ya da susmalara, bu seyir bir yere varmak zorunda değil.. biz çoktan anladık geçmek liğimizi...

bak...
yüzümüz, bizim değil, kim en çok susuyor tepelerde?
çok sofralarımız oldu bizim.. çok susmalarımız... sonra gece oldu, sonra gündüz.. deniz de oldu, dağ taşda..

otur...
sağ başından say şimdi yokluklarını, elindekilerini al, olmayanlarına böl... deniz kıyısı içmelerini çıkar sessizliğinden...

kaç metreydi sahi o tekne?

Gerçekten hep yağmura mı denk gelirdi boğulmaların?... sana diyorum... sağ baştan say artık yalnızlıklarını... boğazına düğümlenenlerinden çıkar...

ne diyordu adam, şarkı mıydı neydi o mırıldandığımız? Ne diyordu?...

bizden geçti...
sizden ne haber...


benden geçti...senden ne haber?...


msd
ankara

kar yolları kapatınca...

-eve ne zaman döneceğiz?
-sular çekilince

hepsi yalan.
sular çekilebilir, yaz geçer.
sonra kar yolları kapatır, dağlar ve yollar sır olurlar kış olduğunda bu adada.
ben bir çocuk gibi beklerim hiç gelmeyecek gemilerini senin.
sonra yaz olur, sonra sonbahar ama hiç baharın ilkini göremeyiz biz bu dört başı mamur yalnızlığımızda.
ağaçlardan bahsedersin, bir de kimsesizliğinin kıymetinden, beni kimsesiz bırakırsın yüzme bilmediğimi bilerek.

babasız büyümüşsün, adını bile başkası koymuş, yaşını soranlara küs, beni duyan var mı diye bağırmışsın geceler boyu. duyan olduysa da ses etmemişler. unutulmuşsun bu adada.


-eve ne zaman döneceğiz?
-sular durulunca

yalan.
sular durulabilir, fırtına diner.
sonra gemiler koyu kapatır, zincirlerle hapsederler bu sefer bizi birbirimize, kayalıklar ve akarsular sus pus olurlar, sen sus olursun, ben susmam.

mevsimleri unuturuz, geldiğimiz şehirleri, insanları, gölgeleri, arkadaşları ve sevgilileri unuturuz da bir tek akşamları unutamayız bir de erguvanları.

kuş bilirdim onları derim, sinirlenirsin.

tembelliğimden başlarsın, sarhoşluğumdan geçerken uyuyakalırsın kumların üzerinde.
üzerini bir kıskançlıkla örterim, yazdıklarına düşman, ateşe yakın okurum gizlice, şeytanlarım tutar elimden, ellerimdekilerinden, atamam ateşe seni, tekrar yazarsın da bir gece daha ölmek şansım olabilir sayende diye. sırtın dönük selamlarken ağaçları uykunun tedirginliğinde ben ateşi söndürürüm karanlıktan korktuğumu unutarak.
Uzun, bildiğim hiç bir şekile benzemeyen bir sahile kayalıkların olduğu tepeden bakıyorum. Sanki benden başka nefes alan kimse yokmuş gibi içim ürperiyor. Bir de ağaçlar, onlar bile bırakmış sanki hayatı. Burada yaşamak uzun bir ölme biçimidir diye düşünüyorum.

Eve ne zaman döneceğiz diye sorduğumda sular çekilince diyeli bugün neredeyse iki ay oluyor. Zaman böyle bir genişlikte geçip gitti işte.

Uyusam, kimse anlamaz öldüğümü. Şimdi bir köy evinin ahşap merdiveni zaman. Kimsesiz, gıcırtılarıyla büyüttüğü çocukların çocukları olmuş. Yazdan yaza hatırlanıyor kalabalıkları.

Ne oldu bize? Biz sonsuzluğa yerleşeli ne kadar oldu? Bu adaya, bu sahile, bu sessizliğe ne oldu?

Günlüklerden konuştuğun bir geceyi hatırlıyorum, ‘ içinde özelin var diye, gündelik olmaktan kurtaramazsın bir günceyi ‘ demiştin. Şimdi eskisi kadar ciddiye almadığıma şaşırıyorum seni. Ya da eskisi kadar umursamadığıma söylediklerini. Hepsi birmiş gibi geliyor sonunda.

Yapmacık, uyumsuz, dikkatle incelediğimde rahatsız eden bir tarafı var bu sahilin. Anlatması zor, yalnızca ikimizin bildiği, hiç bir nota, hiç bir mektuba, hiç bir huysuzluğa konu olmayan, olmayacak, asla saklandığı yerden çıkmayacak bir yüzsüzlüğü hissediyorum, hissetmek göstermeye yetmiyor. Belki yeterince istemiyorum. Dedim ya; sen de bir parçasısın bu sahilin, hepsi birmiş gibi geliyor sonunda.



msd
bu gece necati,
daha fazla içmeyeceğim. çünkü başımı sokacağım bütün evleri yağmalamışlar, kapı numaraları okunmuyor apartmanların.

msd

13 Ağustos 2010 Cuma

yeni başlayanlar için japonca

yeni başlayanlar için japonca gibiydin
o kadar karışık
o kadar uzak
doğumda yalnızdım
batımda bir şarkıyım
biraz tedirgin
bir dil kursundayım


*cenk taner

11 Ağustos 2010 Çarşamba

düş

bir gece çıkarmıştı
kağıt kesiklerinden
yüzü gülmüş
anlattı geçen günün
hikayesini
bardağı sıkı sıkıya tutmuş
belki de ondan


bu sıcaklar
dedi
eskitir adamı

düşüşlerini saymış
kendinden
gözünden
düşünden
ve
elinden düşenlerini
üşenmemiş
yazmış
sonra o kağıtlarla
vücuduna
kan yolları açmış

tek bir bilen yok
grubunu kanının
sorup soruşturuyoruz
ziyan etmeyin
diyorlar

güzel gelen
nerem varsa gözüme diyor
acıyor anlıyor musun


msd

10 Ağustos 2010 Salı

1.

biz bir geçtik
öylece kalakaldı zaman
nutkunu dizginletmiş gibi
sanki


(öyle geçmişiz işte ağustosun deliğinden...)

msd

6 Ağustos 2010 Cuma

ihtilal

ya silsinler bu metni
duvarlardan
ya da
vurulacak bir kaç adam daha
göstersinler
ensesinden
öyle kaldırım boyunca
hareketsiz
çünkü biraz daha
sahipsiz kalırsa elimdeki
tabanca
bu şehrin bütün
elektrik direkleri
faili meçhul bir
cinayete konu olacak

ya çıkarsınlar
iskeletimi etimden
ya da bu yaz
hiç beklenmeyen
bir şeyler olacak

hızlı trenler
kolçaklı saat dişlileri
bu şehrin son ve en yaşlı heykeli
bir el hareketimle
yerle bir olacak
bir olduğu yerden
iki devrim çıkacak

gökten düşen elmaları
gözü dönmüş itler gibi
dişleyeceğiz

söksünler şu işe yaramaz
iskeletimi etimden
yoksa
bu gece bu şehirde
lüzumsuz bir isyan daha hunharca
bastırılacak
sokaklar karartılacak
çocuklar kovalanacak

ya söndürsünler
bu yangını
ya da
bu gece bu şehirde
bir şey olacak


msd
ağustos 2010
ankara

4 Ağustos 2010 Çarşamba

öykü

sonra
denizsiz bir şehirde
park fıskıyelerinden
fallar açıyorum
sabahlarıma
sen
sakın
yapma


msd
ağustos2010
ankara

nüfus planlaması ve bir köpeğin aşk hayatı üzerine

ülke : türkiye
şehir : ankara
semt : kavaklıdere
mekan : sekans
tarih : dün gece


aziz eski sevgilisinden bahsederken şöyle dedi;
hayatı algılayışı bu onun,
futbolda pis burun,
voleybolda hep sımaç.
orta karar, uzlaşmacı bi hatun değil,
napalım o da böyle.

işte böyle adamlar oldukça etrafta, stadlardaki kadın popülasyonu hep az kalacak.
kişiler ve mekanlar, kurum ve kuruluşlar, içilen biralar, sonra şat yapılan viski ve tekilalar, ağlayan kadınlar, hep belli bir sayıda olacak.

mantıklı bir nüfus planlaması yapmaya can atsakta gerekli ölçüde zihinler bulanmayacak, garsonlar dahil herkes arkadaşın olduğu için asla istediğin bardakta içmek lüksün olmayacak, düşün bu bile lüks sayılacak.

kimse kim işte, matriks sevmiyorsun ki zaten. inan zerre kadar umrumda olmayacak.
nerdeydiniz sanal bey, gözlerimiz hep yollara mı bakacak. al biranı zıkkımlan, nurun hanım bu gece aramıza katılamayacak yazar kadrosundan mörfi yi çağırdım uyuz itinin seks hayatını anlatacak.

işine gelmeyen gider! bundan sonra herkese isyan edilip, herkese posta koyulacak, adam olunacak ulan, adam olunacak!

bir kadeh daha içeceğim,
sonra telefonumu al elimden ve kapat lütfen çünkü şimdi karşında duran bu efendi, bu naif adam birazdan sapıtacak, sevgilisini arayıp bağıracak, bestekar a gidip kavga çıkaracak, ne kadar sokak köpeği varsa hepsini ısırmaya kalkacak, baytar dostlarına güveniyor, kuduz aşısını onlar vuruyor sanarak göbeğini açacak.

bir kadeh daha içeceğim,
sonra telefonumu al elimden ve kapat lütfen çünkü şimdi karşında duran bu sarhoş adam birazdan sana bir kadının berbat hikayesini anlatacak!


msd
ağustos2010
1.
dudağının kenarındaki
bu
zorlama tedirginlik
bir yerden mutlaka
ele verecek kendisini
o yapmazsa
sen yaparsın
çünkü sen her şeyi
zorlamaya
alışmış olansın

2.
cesaretin varsa
atsana beni
omuzlarından
at da
göreyim
dünyan
kaç bucakmış!

3.

4.

.

.

.


msd
ağustos2010
an(a)kara

yaz durağı

temmuz güzeli bir yaz
geçti
kirazsız, kıpırtısız, kedilersiz
uzunca geceler rengi solmuş
korkuluklarda
sessiz masalarda
birikti.

bir ses, bir umut
bir hatırlanmak endişesi
gelip
uykumun en güzel yerinde
alnımın ortasında
depreşti.

temmuz güzeli bir yaz
ama
öyle
boylu boyunca

geldi..
ve..
geç(ti)..



msd



ağustos2010
ankara

3 Ağustos 2010 Salı

karafaki

Yoksa ıskalamış olabilir misin en güzel şarkıyı
Daha önce hiç dinlemediğin
Sırf erken gelirim de
Gülerler bana diye
Ya çoktan gelmişsen varacağın yere
Kimse beklememişse seni
Herkes başlamışsa ziyafete
Sen sefil kalmışsan
salonun girişinde

Oysa giysilerin temiz
Ayakkabıların yırtıksız
Bir bildiğin var
Çatalı sağ
Bıçağı salim tutmayı
annen öğretmiş



msd
ağustos 2010
ankara

çaldıklarımla ben..

Büyüyünce
Bu dili de öğreneceksin
Şimdiki zamanlara hapsetmeyi
Geniş zamanlarını
Sevmeyi sevdiğin ne varsa
Bahçesinde dolanmayı…

Senden çaldıklarımla
kaç defter dolar
kaç yüzsüzlüğü
görmezden gelirim sen yokken
Neler söylerim
nelere içerlerim
nerelerden geçerim bu yoklukta ben
bir bilsen…


msd

ağustos 2010
ankara

2 Ağustos 2010 Pazartesi

anasını ağlattınız cümlelerin
iki oyun, iki ilginçlik olsun diye!

hüküm hali

neden zaman geçmez?

çünkü zaman
geçen bir şey değildir
biz çok bilmişliğimizi geçiririz o nun üzerinden
aslında bizizdir geçen

neden zaman geçmez?

çünkü zaman düz bir çizgi de değildir
nereye baktığını kimse bilemez
tekinsizdir
ensesinden vurur insanı
kurşunları ısırırsın tersten
yutmaya cesaretin yoksa

zaman
geçiyor işte dersin

oysa zaman geçen bir şey değildir
bir göz aldanmasıdır o
bir yalancı şahit
bir yanlış hükümdür
bir hükümsüzlük halidir o zaman

geçen bir şey değildir o
aklını başına topla
o isterse değen
istemezse öldüren bir şeydir
ama zaman

asla geçen bir şey değildir



msd
ağustos 2010
ankara

yine

kendimi bir çok şeyden öldürebilirim
bu tabureden düşebilirim mesela
bir karış suda boğabilirim
ya da evinin önüne gelirim gece yarısı
sokak köpeklerin dişlesinler etimi diye

bütün bu umursamazlık beni öldürebilir
sen inanmasan da
sonuçta her çıkmaz sokak
kendine açılır
dönüp bakmasan da