14 Eylül 2010 Salı

di' li geçmemiş zaman...

odamın içinde nefes dolusu kırgınlık, hiç bir suskunluk ses vermiyor sesime… dönüp duran bir film beynimin içinde, her kareyi fotoğraflıyorum, fonda yitik bir ses; exit music (for me)...


yüzümün ortasında derin bir hiçlik çizgisi, hiç bir yaşanmışlık ilham veremiyor yeni bir başlangıç planına. durabildiğim kadar yağıyorum evimin duvarlarına... çok eskiden izlediğim bir film geçip gidiyor zihnimden, silemediğim her şeyi vuruyor yüzüme; yamacımda uğuldayan boşluklar... herkesin bir gün öğreneceği şeyi ben de öğreniyorum… ’everybody’ s gotto learn sometimes’…

masanın üzerinde sesi kesilmiş bir yapmacıklık, yazılmış her şeye yabancı bir ben varım.. sonucum kesinleşmemiş, bir tek tuhaf bir acı var parmak uçlarımda, yanıma alabileceğim hiç bir şeyim kalmamış, sesimi istiyorlar, küfrediyorum... kapıda ıslık gibi kesici bir yalnızlık, sayfalarını yalayarak yapıştırıyorum duvarlarıma; ...Son Kuşlar...



kalabalığın içinde üzgün bir çocuk yüzü, aklından geçenleri anlamak imkansız, yağmur ya da cinayet, fark etmiyor! her an her şeyi yapabilecek cesareti var, korkusu ciddiye alınmamak kanun tarafından bile.. Avucunun içinde kemik bir misket, 'bu sana ders olsun!' diye kazımış üstüne.. sokağın karşısındaki seyyarın tablasında eski bir film afişi; Turist Ömer Uzay Yolunda...



korkunun ecele faydasının olmadığını görmek için çok küçük yaşı, bir kalabalığın bir ölümle adlandırılmasının anlamsızlığını anlamak içinse büyük... yaşayabileceklerinin toplamı yaşadıklarının yanında eksik kalıyor, kitap bitiyor, söz susmak üzere, altını çizecek tek bir cümlesinin bile olmadığını gördüğünde, gökyüzü bir bulutu boğazlıyor... yüzüne bir damla damlıyor; seni ben ellerin olsun diye mi sevdim...




fısıltıyla söylediği her şey arsız bir kalabalığa dönüşüyor gün doğumlarında. kendi sesine küs, yüzünü bir duvar resmi gibi binlerce parçaya bölüyor... içim diyor, parçalanacak kadar bile iç değil artık.. galibi baştan belli bir rulete oturmak su serpmiyor gözlerine, duruyor ve son kez evine bakıyor, kapıyı çekerken aynı şarkı dolaşıyor duvarları; ...henüz onlar bunları bilmiyor...


zor olan yaşanmış olanları unutmak, hiç yaşanmamış olanların sadece ıskalananlar olduğunu biliyor, her gün aynı yükle yürüdüğü yolun sonuçsuz bir varsayıma dönüşmesini izliyor, yürümekle görmek aynı şey değilmiş, anlıyor.. farkında olunmaksa muamma. bütün sessizliğini sırtlayıp yeni bir rota çiziyor evine giden, paralel sokakta hep aynı ses; supergirls don t cry..



susuyor, kimse aldırmıyor.. susmak hiç bir şey anlatmıyor.. aynadaki kağıtta iki mısra;

'hangi sokak,hangi meydan buluşturur bizi
hangi yalan,hangi yasak karşılar bizi'...



di'li geç(me)miş zaman üzerine...

masanın üzerinde duran bardağa yüzü yarım yamalak yansıyordu. yansımadaki yüzü tanımadığına emindi.. bir yalana bir çok intihar mektubu yazılabileceğini görmüştü çünkü. yaşadığı her şeyin yalan olma ihtimalini gözden geçiriyordu, gözleri kanlandı.. emindi bu yüzü tanımıyordu, hiç bir ses, hiç bir koku, hiç bir şey ifade etmiyordu, kabul etti, yalnızdı. gecenin son şarkısı çaldığında sarhoş olduğuna emin oldu; benzemez kimse sana, tavrına hayran olayım...



bu ben miyim diye sordu, sonra güldü kendine bunca soru arasından bunu mu seçebildim diye. her soru bir cevapsızlığı, her bilinmeyen bir intiharı, her mektup bir inzivayı getiriyordu beraberinde.. bütün sorulara tek bir cevap buldu, bütün cevaplara tek bir yüz, bütün yüzlere tek bir ifade kondurdu. paramparça edilmiş bir fotoğrafın pişmanlığıydı evini dolduran; anıların ne suçu vardı? pencereyi kapattı, çocuksuz arka bahçeye baktı uzun uzun, kedinin ıslığında yine o şarkı; Sana Dair...



bütün duaların tek bir gökyüzüne yansıdığına inanmak için uyandı, hayatım diyordu, pekte yıpranmış görünmüyor aynadan baktığımda. sesi, elleri, koridordaki fotoğraflar, aynı iç güdüyle fondip yapılmış bir birlikteliğin sessiz şahitleriydiler şimdi. kalbindeki bu boşluk hissi, bu her sabahı yağmur kokusuna boğan sessizlik, akıl almaz bir saçmalık sürüyordu dışlanmışlığına, eli çekmecedeki nota uzandı çaresiz; ben olunca yanında, sen olunca yanımda, biz olunca yan yana...



doğru sorulara yanlış cevaplar verdiğini biliyordu, sesler silikleştikçe kendi cevaplarının anlamlarını yitirmeye mahkum olduklarını da... bu hale nasıl geldiklerini anlamaya çalışıyordu. ilk bakıştıklarında içini göğsünden söken kadının yalnızca eski bir şarkısı oluvermesine inanamıyordu.. cevaplar tükeniyordu, oksijen de.. aklı bir hikayenin yitişine zaman diyordu, kalbi yangın... yanında oturup 'ben sıradan 'biriyim' diyebilen adamı özlüyordu, hiç bir yüz, hiç bir hikayeye onun yüzü kadar yakışmıyordu. radyoda yine o şarkı; Bu yağmur seni benden alıp götüren yağmur...



duvarda asılı duran resme baktı uzun uzun.. gördüklerine bir anlam, yaşadıklarına bir isim, duyduklarına bir sebep bulmaya çalıştı. olan bitene bir dip not düşürmeye mecburdu, sustu.. elinde olanları saydı, yokluk bir değer değildi, sustu... kendi hikayesinde kadro dışı kalmıştı, yalnızdı.. olmasını dilediklerinin çok uzağındaydı, resimdeki yüze daldı, kulaklarında bir şarkı, yalnız çok rakı zamanlarında dinlenilen; bir zamanlar benim sevgilimdin...



koltuğunda otururken ve biterken bir hikaye;...


şiir ya da resmi uyarı, fark eden bir şey yok inan.. bütün sokaklarında adını andığım, yüzünü bu hikayesinin her karesine yerleştirdiğim, adınla başlayıp, ellerinle nefes aldığım, gecelerini, çocuklarını, seslerini seninle sevdiğim bu günce şimdi sen olmadan hiç bir şey ifade etmiyor. hiç bir yaşamak duygusu yanında olmanın hissini tattırmıyor. günlerimi geriye doğru sayarken, yağmur yine aynı, şarkılar da... dudaklarımın arasında kırgın ve pişman bir şiir;



**...gitti... gülüşleri gülüyorum yine, gülüşleri, sanki benimmiş gibi!
belki bir dağ çarpılmışlığıydı bizimkisi
savurdum sevinçleri!
and olsun dedim ve aşk olsun, yoksun..
yoksun!
bu takvimler, belki bir gün
sana yeniden rastlamak için
seni bulsam 'beni bağışla' diyecektim
kıymetini bilemedim!
hüznümün oğludur bu kentte anılar
seni... seni çok özledim...

**(yılmaz odabaşı)

m.s.d/ankara

6 yorum:

hmm ~ dedi ki...

harika olmuş.. yüreğine sağlık :)

selçuk dedi ki...

yüreğime sağlık :)

Pepper Furnival dedi ki...

selçuk; benm gibi dikkat toplama sorunu olan insancıklar için bu yazılar çok uzun :/
ps:lisede kompozisyon sınavlarında ek kağıt isteyen çocuklar vardı ya, sen kesin onlardandın :)

selçuk dedi ki...

pepper;
şimdi ben sen dağılma diye sürekli kısa kısa mı yazayım?
hiç ek kağıt istemedim, isteyeni de sevmem :)

Pepper Furnival dedi ki...

hayır ben sen düşünüyorum. Mok yoruluyosun selçukcuumm :)

Pepper Furnival dedi ki...

mok yoruluyosun ne yaa, çok tabi o!